Ercüment - Başlangıç / Serkan Eken
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
“Check, Check!
Kaptan pilotunuz konuşuyor. Sayın yolcularımız Türk Hava Yolları TK3807 sefer
sayılı Boeing 730 tipi uçağımıza hoş geldiniz. Bizler daima sizleri
sevdiklerinize ulaştırmak için varız. Bazen gökyüzünde bulutlar, bazen güneş ve
ay; ancak daima bize sizler eşlik edersiniz. Yüzünüzden
hüzün yerine gülücük görmek bizlere her zaman enerji depolar. Bunun bilinciyle
her sabaha umutla uyanırız. Bugün sevgili yardımcı pilot arkadaşım Zeynep
Tanyalçın ile ben pilotunuz Ercüment Konuksever sizlere eşlik edeceğiz.
Yolculuğumuz boyunca tavan istek butonlarını kullanarak bizlere
ulaşabilirsiniz. Mutlu bir birlikteliğimizin başlangıcı olması dileğimizle..“
-Ercüment Konuksever:
“Doğru muydu
duyduklarım? Ben mi anons ettim biraz önce?” diye düşünmeden edemedi. Sahi
normalde onun sözleriydi bunlar, hava kurumunun genel metniydi. Gözü kapalı
harfiyen söyleyebilirdi. Basit bir hesapla 10 senelik pilotluk tecrübesinde
belki de binlerce defa aynı metni seslendirmişti. Yerine göre yardımcı pilotlar
değişirdi ancak ana metin hiç sekmeden bu haliyle söylenirdi. Bir de sefer
sayısı elbette…
Havalimanının yer
hizmetleri çalışanları son hazırlıklarını tamamlarken gözü onlardaydı. Ardından
gözü kanatlara kaydı. Biraz sonra yükselecek olan kanatlara bakar halde dalıp gitmişti
düşüncelere. Barizdi, uçuş boyu hayıflanacaktı yine. Kaderine küfredecekti.
Bütün o ‘kaderini kendin yazarsın’ safsatalarına ayrıca sövecekti. Sahi kader
neydi? Biri bizim yerimize yazar, çizerdi de biz oynar mıydık yalnızca? Birinin
yıldızları her gece yaktığı gibi bizi de kurup oynatan biri mi vardı? Vladimir
Mayakovski’nin şiirini seslendirmeye başladı istemsizce:
"Dinleyin!
Bu yıldızları böyle, her gece, niçin yakarlar? Herhalde birisine gerekli diye,
herhalde yanmalarını isteyen birisi var, ve herhalde birisi, bu balgam
parçalarını, inci diye…"
İşte şimdi sıçmıştı. Eğer düzgünce bir açıklama yapamazsa, en
azından yapabildiğini düşünmezse, yolculuk boyunca paranoyalarına yenik düşüp çekinecekti
kadından. Korktuğu hayıflanma hissini bile tam anlamıyla yaşayamayacaktı.
“Alık!” dedi kendi kendine. “Kader diyordun, haydi karşı koy kaderine!”
Tam da bir
alığın sözleriydi düğüm düğüm olan cümlesi. Cümle bile demeye bin şahit
isterdi. Tam da o anda kadının sıcak tebessümü hafifletti Ercüment’in iç
sıkıntısını. Ezkaza kadının suratına değmemiş olsa Ercüment’in gözleri bunu da
fark edemeyip iyice içine kaçacaktı. Neyse ki tebessümüne ufak bir tısıltıyı da
ekledi kadın, böylece Ercüment’in gözlerini kendi üzerine çekme işini şansa
bırakmamış oldu, veya kadere…
Tebessümden güç bulan Ercüment çekingenliğini kırar gibi olup bir
soru sormaya yeltendi:
-Kadere mi?
Elbette, elbette bir çizgi var bizim üzerinden gittiğimiz. Ancak değiştirilemez
olduğunu sananlardan değilim. O zavallıcıklar kukla sanıyorlar kendilerini.
Oysa değişir, belki yeni bir evren yaratır ama bunun bir
önemi yoktur varolan evrenindeki kişi için. Diğer evrenleri ne bilebilir ne de
hissedebilir…
Anlayamamıştı,
yine yanılmıştı. Nasıl olurdu? Kendine yönelik onca övgü dolu düşünce yüzerken
zihninde, hepsini bir anda alabora etmişti kadın. Pek iyi biri değildi bu
kadın. Öyle düşündü Ercüment. Kadın olsa olsa gösteriş budalasıydı. Artık her
kime gösterecekse! Zavallı Ercüment…
“Çok konuşkan biri bu, hem de ne kadar donanımlı cümleler kuruyor öyle…” diye düşündü Ercüment. Ve bir anda karar verdi,bu yolculuğu yolcu koltuğunda oluşuna hayıflanarak geçirmeyecekti. Anlatacaktı kadına, iletişim kuracaktı. Her şeyi danışacaktı, aklına gelen irili ufaklı her şeyi…
İrili ufaklı her şeyi abartmış olacak ki “İzmirliler küçüğe ufak der bilir misiniz?” diye sordu. Bu soru karşısında afallayan kadının suratında garip sıcak bir ifade belirdi ve gözleri bir başka güldü. Tanıdık bir şey söylemiş olmalıydı Ercüment. Anlık bir gurur hissetti. Kadını sevindirmişti. Bir an için bile olsa güzel hislere götürmüştü kullandığı kelimeler. Ne mutlu Ercüment’e…
-Bilirim…
-Neyse kader diyorduk. Ben inanmak istemiyorum kadere. Ancak sürükleniyorum hanımefendi. Tutamıyorum zamanı, akıyor… Ben tam da akışın dışında, sıra dışı bir eyleme kalkışayım her şey birbirine karışıyor adeta.
Sahiden de
öyle oluyordu. Ercüment’in hayatında hiçbir kararı o vermemişti. Çevresini
Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Kurumu belirlemişti. En yakın dostlarını bile
lisedeki yurtlardan sorumlu müdür yardımcısı belirlemişti. Yalnızca neyi
düşüneceğini seçebiliyordu. O yüzdendir ki düşünmeyi bir başka severdi.
Televizyona daldı sanardı çevresindekiler oysa o hemen televizyonun
yukarısından duvara odaklanmış düşünürken bulurdu kendini. Belgesel açardı her
zaman çünkü diğer kanallarda çok sık reklam oynatılırdı. Diğer ana akım
kanallardayken düşünce krizi gelirse avel avel reklam izliyor sanılmamak için
belgesel seyrederdi.
“Lütfen
kemerlerinizi bağlayınız!” diye anons edildi. O esnada farketti ki yine düşünce
bulutuna sürüklenip önündeki koltuğun arkasına monte edilmiş dergilik filesinde
parmaklarını gezdirirken buldu kendini. Gözlerini ise önündeki koltuğun sırtına
dikmiş, boş boş seyrediyordu.
Elindeki kitabı
göstererek “Bu nedenle şu kitabı okumak yerine sizi dinlemeyi tercih ederim
doğrusu. Kimsiniz?” diye ekledi.
Ailem İzmir Bornova’da
ikamet eden bir SGK memuru ve bir matematik öğretmeninden ve de onların biricik
kızlarından oluşuyordu ben dünyaya geldiğimde. Ablam çok sevecen ve arkadaş
canlısı biriydi benim aksime. Bu çocukluğunda da böyleydi, halen böyle… Benim
tam aksime. Ben sarı-mavi suskun bir çocuktum, ki halen böyle… Ablamla
varoluşlarımızdaki bu fark meslek seçimlerimizi de etkilemiş olsa gerek; o
şimdilerde bir doktor, bense… Sahi ben nasıl tanımlamalıyım kendimi?
Üniversiteye hazırlanan bir öğrenci miyim, 40 yaşında? Freelance yazılımcılık
yapan biri miyim? Yoksa malulen emekli pilot mu demeliyim? Emekli de etmediler
ki beni… Basbaya atıldım, meslekten uzaklaştırıldım. Neyse bu tanımı bir cümleye sığdıramayacağım sanırım. Uzun
uzadıya anlatmam gerek:
Ben daha küçücükken,
henüz 8 yaşlarındayken girdiğim yerel dershane sınavlarında başarı göstererek
kendini, çalışkanlığını kanıtlamış biriyim. Bu sınavların akabinde mahalle
okulundan koleje geçiş yapıp başarılarıma orada devam etmişim. Etmişim diyorum,
çünkü o zamanlar da -tıpkı şu anki gibi- kararlarımı benim yerime kaderim
veriyordu sanki. Kaderimi kaleme alan artık o her kimse, o veriyordu. O, ol
diyordu ve oluyordu. O, yap diyordu ve yapıyordum. Bu başlarda his gibiydi.
Duymazdım onu. Çocukluğumda ufak tefek korkularım vardı ancak olağandışı bir
durum yoktu. Sesler duymaz, sanrılar görmezdim. Ancak şimdilerde durum biraz
değişti. Lise dönemimin sonlarında, 17-18
yaşlarındayken hisler sese dönüştü. Seslerin diyaloğa dönüşü ise üniversite
mezuniyet dönemlerine denk gelmekte sanırım. Veya biraz daha öncesine.
Bilemiyorum. Sorsanız hep bir diyalog halinde olduğumuzu iddia edebilirim,
gerçek ile sahte arasındaki farkı fark edemeyişim çok uzun yıllara dayanıyor
çünkü.
Onu, aslına onları,
ilk kez duyduğum dönemi asla unutamıyorum. Öylesine kazındı ki o kalabalığın
sesi kulaklarıma. Benzersiz seslerdi. Bu gibi durumları yaşayanlar tanıdık
kişilerin seslerini duyduklarını söylerler. Bense bir kalabalığın gürültüsünü
duyuyordum. Ve her biri kendine has seslere sahipti, bense hiçbirini daha önce
duymamıştım. Derken bu gürültü gittikçe ayrışmaya ve belirginleşmeye başladı.
Her bir sesin sahibine bir isim verecek olsam baştan sona bütün Yunan
Mitolojisi’ni sayabilirdim ve bu yetmezdi…
Ve lanet olsun! Bu
kalabalık hiç uzlaşmadı. Asla uzlaşamazlardı. Hiçbir konuda… Hep bir tartışma
ve sonrasında sonuçsuzluk yaşanırdı zihnimin derinliklerinde.
Zihnimin monarşiyle
değil de bir meclis tarafından yönetiliyor oluşu sanırım beni demokrasiye
düşman yaptı. Evet, demokrasiden zarar gören her gelişmemiş toplum gibi; benim
az gelişmiş idrak yeteneğim de zarar gördü. Çok isterdim biliyor musun, çok
isterdim… İsterdim ki ben yöneteyim zihnimi. Aklıma ben yön vereyim.
Düşüncelerimi ben seçeyim. İstediğimde uyuyabileyim, istediğimde konuşabileyim,
istediğimde istediğim şeyi düşünebileyim…”
Gösterdiğinden çok
daha sevinmişti Ercüment. Heyecanlanmıştı bile. İçini dökmeye, iletişim kurmaya
karar verdiği insan bir uzman çıkmıştı. Daha bir şevkle anlatmaya koyulacaktı.
…
..
.
--------------
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız?
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder