20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

SOUL: MODERN DASEIN / Gülsen Akar

 “Mutluluğa giden yol yok; mutluluk, yolun kendisidir.”

                       -Buda

 Bu yazımda Pixar’ın renkli ve son teknoloji animasyonlarının son harikalarından biri olan Soul için klavyenin başındayım. Yönetmen Pete Docter, 2016 yılında kurgulamaya başladığı animasyonun senaryosunu Mike Jones ve Kemp Powers ile kaleme almış. 25 Aralık 2020’de pandemiden ötürü sinemada yayınlanmadan direkt olarak Disney+’ta yayınlanan animasyonun IMDB’de 10 üzerinden 8.1 puan, Rotten Tometoes’da %95 ve Letterboxd’da 5 üzerinden 4.2 puan aldığını görüyoruz.

         


 New York’ta mütevazı bir dairede yaşayan bir ortaokul müzik öğretmeni olan Joe Gardner’ın caz tutkusu, anlam arayışı, tutkuları ve mutlulukları gibi temaların etrafında dönen görsel bir şölen izliyoruz. Genelde ana karakterlerinin beyaz olmasına alıştığımız Pixar filmlerinde bu zinciri önce 2017 çıkışlı Coco, ardından da ana karakterini siyahi olarak seçen ve Amerika’daki siyahi kültürün öğelerine, cazın renkli tonlarına yer veren Soul ile kırıyor. Filmde Joe Gardner’ı Jamie Foxx’un sesinden, 22 adlı huysuz ama sevimli karakteri ise Tina Fey’in sesinden dinliyoruz.

 Joe Gardner’ın babasının zamanında bir caz müzisyeni olduğunu, annesinin ise bir terzi olduğunu öğreniyoruz. Joe her ne kadar caz konusunda tutkulu ve istekli olsa da annesi onun her zaman “sigortalı” bir işte çalışması gerektiğini ve bu tarz gelip geçici heveslere kendini kaptırmaması gerektiğini savunuyor. Joe da bir devlet okulunda, ortaokul seviyesinde bir öğrenci korosuna “ruh” vermeye çalışıyor ve bunu kendi ruhunu kaybetmek pahasına yapıyor. En büyük hayali babası gibi çok iyi bir caz müzisyeni olmak olan Joe, bir gün eski bir öğrencisi vasıtasıyla hayatının fırsatı olan bir orkestra için seçmelere girme şansı elde ediyor. Hayali ise çok sevdiği ve hayranı olduğu saksafon sanatçısı Dorothea Williams’ın orkestrasında çalabilmek. Seçmelere gidip sihirli parmakları ve özgün piyano icrası sayesinde Dorothea’yı oldukça etkileyen Joe, orkestraya kabul ediliyor. Seçmelerden çıkıp hem havada süzülürcesine yürümesine sebep olan heyecanıyla hem de bunu annesine nasıl anlatacağının ve doğru tercihin hangisi olduğunu bilememenin yarattığı gerginlikle yürürken üstü açık bırakılmış bir rögar deliğine düşüveriyor. Zaten film de bu sahneden sonra başlıyor diyebiliriz.

                           


 Her inanç sisteminde bir “öte dünya” imgesi vardır. Cennet, cehennem, araf gibi kavramları farklı inançlarda, farklı betimlemelerle görebiliriz. Soul’da ise nispeten kendine özgü bir öte dünya imgesi var dersek yanlış olmaz sanırım.  Ölüme onun nefesini ensesinde hissedecek kadar yaklaşmış olan Joe, kendini birdenbire ışık saçan yuvarlak, Casper-vari bir formda kapkaranlık bir evrenin ortasında piyano tuşlarına benzer basamakları tırmanırken buluyor. Etrafını saran kalabalığın ve kendisinin nereye doğru ilerlediğini görmeye çalışırken “The End” yazısına gitmek üzere olduğunu gören Joe, sonunda aslında ölüme yaklaştığını anlıyor ve buna hazır olmadığı için oradan kurtulmaya çalışıyor. Joe’nun yolunu şaşırmasıyla birlikte bizler de kendimizi dünyadan önceki bir öte dünyada yani “The Great Before” tasvirinin içinde buluyoruz.

 Burada henüz doğmamış ruhlar, onlara mentorluk eden yaşamış ve bir şeyler başarmış ruhlar ve tüm bu ruhlara kılavuzluk eden bir nevi düzenden ve işleyişten sorumlu ruh ötesi varlıklar bulunuyor. Bu ruh ötesi varlıklar, otoriteyi temsil edişleriyle aynı zamanda merhametli ve şefkatli tavırlarıyla Tanrı’nın bir yansıması veya bir ebeveyn figürü gibi işlev görüyorlar. Picasso’nun tablolarından fırlamış gibi görünen bu figürler bir yanlışlık sonucu Joe'yu bir psikiyatristin ruhu zannederek “22” adlı huysuz, bıkkın ve muzip bir ruh olan ancak henüz kıvılcımını bulamadığı ve buna pek de istekli olmadığı için dünyaya gidememiş bir ruha mentor olarak atıyor. Joe’nun görevi, 22’ye dünyaya gidebilmesini sağlayacak, yaşamı onun için anlamlı hale getirecek bir kıvılcım bulabilmek.

 Filmin bundan sonraki kısımlarını ne kadar anlatmaya çalışsam da izlerken hissedeceğiniz, kendi hayatınızdan, duygu ve düşüncelerinizden, hayatın anlamına dair edindiğiniz veya edineceğiniz deneyimlerden daha fazlasını veya daha etkileyicisini size aktaramayacağımı biliyorum. Çünkü hayatla ve hayatın anlamı ile ilgili hep bir derdi olan, sürekli bunun üzerine düşünen ve çoğunlukla acı çeken o ruhlardan biri olduğum için bazı edinimlerin ve deneyimlerin yalnızca yaşanarak anlaşılabileceğini düşünüyorum.

 Hayatla ilgili hepimizin bir derdi elbet vardır. Kimi varoluşsal sancılar çekerken kimi de eve ekmek götürme telaşında savrulur gider; hepsinin ortak noktası farkında olarak ya da olmayarak hayata dair bir mesele edinebilmemizdedir. Soul’daki anlatı üzerinden Gonçarov’un Oblomov’undan tutun da Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ına dek birçok farklı referans vererek bu meseleyi konuşabiliriz. Ben işin felsefi boyutuna biraz değinmek istiyorum.

 Kaan H. Ökten’in rehberliği ile okuyabildiğimiz Heidegger, Varlık ve Zaman’ında varlığı Dasein üzerinden okuyor ve yaşamın anlamı üzerine tartışıyor. “Bir anlamı yoksa neden yaşayayım?” diyen anlamsızlık ve onun getirdiği mutsuzlukla mücadele eden nihilist bakış açısı, Heidegger ile farklı bir perspektife evrildi. Heidegger’in tüm yönleriyle varoluşçu öykünün öznesi olduğunu düşündüğümüz Dasein’ının anlamlı ve derin bir varoluş sergileme kaygısına düşmüş olduğunu, bu sebeple mutsuzluğa itilen ve kaygılarıyla mücadele eden Dasein, kendini gerçekleştirebilmek, üretken ve verimli bir hayat yaşabilmek adına hayatı boyunca mutluluğu aradığını görüyoruz.

 Dasein’ı Joe Gardner üzerinden tasvir ederek anlatırsak  Joe’nun kendini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğunu, hayatını anlamlı kılacağını, hayatı yaşanabilir hâle getirip hakiki mutluluğa erişeceğini düşündüğü amacının peşinden koşmasını izliyoruz. Fakat modern Dasein’ımız Joe, 22’ye kendini bulması için ona rehberlik ederken işin özünü kaçırıyor. Kendisine küçük ve basit anlardan büyük ve ışıltılı mutluluklar çıkaran 22, dünyaya gelebilmesini sağlayan kıvılcımı buluyor. Fakat Joe, sadece dünyaya geri dönüp kaldığı yerden hayatına devam etmeye odaklandığı için 22’nin böylesine basit şekilde kıvılcımını bulmasını anlamlandıramıyor. Çünkü sadece eyleme, yani mutluluğu bulmaya ve hayat amacına ulaşmaya odaklanmış aynı zamanda ölüme yönelik varoluşun getirdiği yok oluşa dair kaygısı ile boğuşan Joe, eylemi oluşturan anları kaçırdığını fark edemiyor; yani mutluluğa ve başarıya ulaşmayı hedeflerken aslında bunları zaten yaşadığı anları ıskalıyor.

 Peki Joe, yarım kalmasından çok korktuğu, henüz hayallerine tam anlamıyla ulaşamamış olduğu hayatına geri dönebiliyor mu? Burada Heidegger’in, bir varolanın ancak kendi ölümünü kabullenmesiyle kendini fiilen yaşadığı, şimdiye geri taşıyabildiğini söylediği cümlesi aklıma geliyor. Filmin sonunda yüzümüzde oluşan tatlı tebessümlerle Joe’nun sonunda bilmeceyi çözüp cevabı bulmasını izliyoruz ve ben burada kendime, “Ben kendi bilmecemin neresindeyim,” diye sormadan edemiyorum. Umarım kendi filmlerimizin sonuna varmadan bu cevabı bulabilmiş ve anlamlı bir hayat yaşayabilmiş oluruz.                  

 

--------------              

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız? 


https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz     

         

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme