Kült kelimesi Türkçe'ye Fransızca 'culte'
kelimesinden geçmiştir. Temel kökü ise Latince 'cultus' yani tapınmadır. Kült,
tanrı ya da tanrı gibi kabul edilen doğaüstü güçlere tapınmaktır. Antropolojide
ise kült, tanrı ya da tanrıçalarla ilişki içindeki belirli bir grubun inançları
ve ritüellerini ifade eder. Kült kelimesini biz bugün dini anlamda
kullanıyoruz. Din cihetiyle olmamasına rağmen onun ışığında gördüğümüz bir
takım durumları da bugün biz kült kelimesinin içerisinde değerlendiriyoruz.
Türklerde daha İslamiyet öncesi dönemde
görülen kültler vardır. Ağaç, tabiat, dağ, taş, atalar kültü bunlara örnek
gösterilebilir. Bizim bugün bu kültlerden bahsetmemizin sebebi Türklerin Orta
Asya'dan Anadolu'ya geldikleri zaman, kültürlerini de beraberinde getirmeleridir.
İşte bu geçiş dönemlerinde eski kültürler
devam etmiş ya da yeniyle harmanlanıp bambaşka mahiyetler kazanmıştır.
Eski çağlarda her kavim veya topluluk tabiat
ile iç içe yaşamış ve kendini tabiatın içinden bir parça olarak algılamıştır.
Bu algılamanın ışığında tabiattaki bazı unsurları kendisine kutsal atfetmiştir.
Ağaç kültünde ise temelde ağaçlara karşı
duyulan saygı vardır. Ağacın kendisine, taşıdığı ruha ya da faydalarına karşı
duyulan saygı..
Ağaç kültü Türk yaratılış kozmogonisinde bile
yer almıştır. İlk insanın dokuz budaklı dalın altında yaratıldığına inanmışlar,
ağacın yüksekliği onlara ulviyet kazandırmıştır. Gökyüzündeki cennete kadar
uzandığını kabul edenler olmuştur. Kozmik Ağaç ya da Hayat Ağacı olarak adlandırılan
ağaç eski Türk kültüründe oldukça önemlidir. Bu ağaç ebedi canlılığın
sembolüdür. Ağaçlara bu denli kutsallık atfedilmesinin bir diğer sebebi de
ağaçların her zaman dallarında taşıdıkları meyve sebebiyle bolluk ve bereketin
sembolü olmasıdır. Ağaçların kökü yerin altına kadar ulaşır ve uzun bir ömür
yaşarlar. Bu sebepler de insanların onu kutsal görmesinde etkili olmuştur. Öyle
ki Türklerde ağaçlara çaput bağlama geleneği vardır. Bu günümüzde bile hâlâ
devam eder. İçinde bulunduğu felaketten kurtulmak isteyen insanoğlu ağacı bir
kurtuluş vesilesi olarak görmüştür. Ulu ağaç kültü, Türk devlet geleneğine
kadar sirayet etmiştir. Ulu ağaç Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman
Gazi’nin rüyasında bile etkili olmuştur. Rüyasında gördüğü ağaç dünyanın her tarafına
dal budak salmıştır. Gölgesinin dünyanın dört tarafını örteceği müjdelenmiştir.
Ağaç motifi olarak kayın
ağacı da Altay şamanlarında etkilidir. Kayın ağacı şaman ayinlerinde,
doğumlarda, düğünlerde ve bayramlarda kullanılırdı. Altay şamanların inancına
göre insanlar yaratıldıkları zaman ilk kayın ağacı ve Umay ana ile birlikte
yere inmiştir.
Türk kültüründe mezarlık ve türbeler
civarındaki ağaçlardan meyve almak veyahut oradan ağaç kesmek yasaktır. Bu
inanış anadoluda “Evliya Ağaç" olarak adlandırılırdı. Bugün bile cenaze
defnedildikten sonra mezarına ağaç dikilir. Bunun sebebi canlılığı temin etme
arzusudur.
Menkîbelerde de ağaç motifi sıkça
yer alır. Şeyhlerin veya evliyaların sıkça oturduğu veya altında ibadet ettiği
ağaç gölgelikleri belirli bir müddetten sonra kutsal mekan haline getirilir.
Raddlof’un derlediği yaratılış mitinde de tanrı Ülgen balçıktan yedi insan ve
yedi insanın yanında da yedi ağaç yaratmıştır. İnsanla birlikte ağacın
yaratılmış olması da Türklerdeki ağaç kültünün önemini bir kez daha kavramımızı
sağlar.
Destanlarımızda da ağaç motifi çok sık yer
alır. Oğuz Kağan 2.evliliğini ormanda ava çıktığı günlerde ağacın kavuğunda
gördüğü bir kız ile gerçekleştirir. Kızı ağacın kavuğunda görmesi dikkate değer
bir ayrıntıdır. Bunun dışında ağaç kesen baş keser gibi halk söylemleri bugün
bile halk arasında söylenir. Bu sözlerle ağaçların kesilmesini önlemek
istemişlerdir.
(Makale alıntı )
Ağaç kültünü sıklıkla Alevi- Bektaşi
toplumunda da görürüz. Geçimlerini ağaç kesmekle sağlayan tahtacıların ağaçlara
bağlılıkları da büyüktür. Bu sebeple muharrem ayında ve salı günlerinde ağaç
kesmezler. Yeni bir işe başlayacakları zaman ağaca dua ederler ve ondan medet
umarlar. Tahtacılar’ın en çok ladin, köknar, ardıç ağacını yörüklerin ise genellikle
karadut, çınar ve katran ağacını kutsal kabul ettikleri bilinmektedir. Dede
Korkut kitabında da ağaçla ve kutsallığıyla ilgili bilgiler yer alır:
Ağaç ağaç dersem sana arlanma
ağaç
Kara kara denizlerin köprüsü ağaç
Şah-ı Merdan Ali’nin Düldül’ünün eyeri ağaç
Zülfikar’ın kınıyla kabzası ağaç
Yukarıdaki örnekten de anlayacağımız gibi
ağaca verilen kıymet dizelere dökülerek ifade edilmiştir. Bu dizelerde ağacın
kullanım şekillerinden bahsediliyor gibi görünse bile aslında temelinde
hayatımıza kattığı değerinden dolayı ağaca duyulan saygı belirtilmiştir.
( Seher Yaşar- Makale )
Bütün bunların ışığında şimdi "Hüyükteki
Nar Ağacı" isimli romanı inceleyebiliriz. Daha romanın adında bile ağaca
bağlı bir sembol görüyoruz.
Romanı biraz özetlemek gerekirse şunları
söyleyebiliriz. Olay, 1950 yıllarında geçiyor. Traktörün yani modern tarımsal
aletlerin Çukurova’ya gelmesiyle birlikte halkın günlük yaşamı altüst olur.
Roman da bu halkın sorunlarını anlatır. Traktör olmadan önce işlerin hepsini
yapan işçiler, ırgatlar, marabalar artık işsiz kalır. Romanın karakterlerinden
Memet,
Hösük, Aşık Ali
Çukurova’ya çalışmaya gelirler. Peşlerine de daha önce Çukurova’da çalışmış ve
buradan sıtma hastalığı bulaşmış Yusuf takılır. Yolda da Keklikoğlu’nun çobanı
çocuk Memet katılır bu ekibe. Karakterler köy köy gezer ama asla iş bulamazlar.
Çiftliklere makine girince artık insan gücüne gerek kalmamıştır. Memet para
kazanamadan köyüne dönmek istemez ve bu yüzden diğerlerini gördükleri köylere
gitmeye ikna eder. En sonunda ağaçlıklı bir köye girerler ve işler tamamen
değişir. Artık onlara ümit verecek bir dayanak bulurlar. Hüyükteki Nar Ağacı…
Yusuf ve arkadaşlarına nar ağacından bahseden
teyzeye bir başkası laf atar ve şöyle der: "Gözü çıkasıca!"
"Böyle bağırarak her olur olmaz yerde o
nar ağacından söz edilir mi? Hey boyları devrilesice! Nar ağacının altı
kırkların mekanıdır."Burada söylenenler önemlidir. Bu konuşmalarda kutsal
olanı gizleme, ulu orta her yerde ondan bahsetmeme durumu vardır.
"Eskiden hepimiz sıtmalanınca oraya
giderdik."Burada kadının bahsettiği bir sağaltma ritüelidir. Hastalıktan
kurtulmak için ağaçtan medet umarlar.
Karakterler yalnız kaldıkları zaman bu ağaçtan
bahsederler. Onlar için yeni bir umut, yeni bir dayanma noktası olmuştur bu
ağaç. İnsanoğlu ne zaman bir çıkmaza sürüklense, doğaüstü bir güce sarılmış
bulur zaten kendisini.
"Ağaçlarda çok keramet olur." diye
inançla konuşur Memet. Hösük ilk başta o ağacı bulmak istemez, hatta inanmaz
bile. Hösük’ün ağaca inanmadığını duyan Memet hemen lafa atlar.
"Tövbe de Hösük tövbe de."
"Aman o ağaca bir şey söyleme. Çont
olursun sonra. Bizim ocağımız sönmüş, rezilimiz çıkmış zaten. Bir de sen çıkma
başımıza."
Bu cümlelerden de anlıyoruz ki kahramanlar da
kendilerinin artık bir ümitsizliğe düştüğünün farkında. Ağaca kutsallık
atfettikleri için kötü bir şey söyledikleri zaman başlarına bir felaket
geleceklerini düşünüyorlar. Bu davranış çok eskiden beri Türkler arasında
süregelmiştir.
Bu kutsal ağaç, kahramanların
umutsuzluklarının içerisine yepyeni bir kapı açacaktır. Ağaçta keramet olduklarını
söylemeleri ise ilginçtir. Kerametleri evliyalar gösterir. Bu da ağaca en az
evliyalar kadar değer verdiklerinin bir göstergesi olabilir.
Memet çocuk da dedesinin ona
söylediklerini paylaşır ve "Ermiş gibi." der. Ağacı erenlerin katına
çıkarır.
Kadın nar ağacının küsüp gittiğini
söylediğinde Hösük karşı çıkar.
"Eğer küsüp gitmişse kutsal nar ağacı,
madem ki kutsal bir ağaçtır, onun makamına varıp bir yüz sürersek, bizim
derdimize derman olunca da başını alır gene gider, eğer küsmüşse…"
Hösük de artık diğerleri gibi ağaca ve onun
kutsallığına inanmıştır. Onu da diğerlerini saran umut ateşi sarmıştır, bu
cümlelerden anlayabiliyoruz.
Hep birlikte kadına nar
ağacının yerini öğrenmek için yalvarmaya başlamışlardı. Kadın onlara nar
ağacının gittiğini söylediğinde ise yine de gitmek istemişlerdi. Eskiden
bulunduğu yere gideriz, o bile değerli diye düşünüyorlardı.
"Kutsal narlar, iyi kimseler her zaman
iyi olurlar. "
Belki de ağacın kutsallığına inandıkları gibi
ona ulaşmaya çalıştıkları sürece de inanıyorlardı. Yani yolda iyi insanlara
rastlayacaklarına ya da iş bulacaklarına… Nar bugün bile bolluğun simgesidir.
Onlar için bu kutsal ağaç varılması gereken bir süreç değil ulaşabilmek için
yaptıkları yolculuktu. Sadece kutsal ağaca kıymet vermiyorlar, ona ulaşmak için
geçen süreyi de kutsal görüyorlardı.
Düşündükleri gibi de olmuştu. Yolculuk
yaptıkları süreçte onlara yardımcı olan bir adam çıkmıştı. Onlara kalacak yer
ve yemek vermişti. Tabi sadece iyi şeyler olmamış, köyün ağası onlarla dalga da
geçmişti. Farkında değillerdi ama artık o nar ağacına ulaşmak onlar için iş
bulmanın ötesine geçmişti.
"Hüyükteki nar ağacını bulmalıyız, yoksa
bu çocuğun hali kötü. Bu çocuk beni korkutuyor." Memet çocuk için bu
cümleyi kurmuşlardı. Haksızlığa uğrayan, daha önceki ağası tarafından hor
kullanılan çocuk Memet tüm hayatını diğerlerinden daha fazla bir şekilde ağaca
adamıştı. Memet çocuk üzerinde bir gelişim olmaya başlamıştır. Romanın ilk
sayfalarında sürekli sarı öküzden bahseden çocuk, romanın sonlarına doğru
sadece nar ağacından bahsetmeye başlar. Çocuk Memet’i bunca imkansızlığın
içinde yaşama bağlayan tek şey kendi hayalleridir.
Onlara yemek veren adam nar ağacının yerini
bilmiyordu ama nar ağacının yerini bilecek birilerini tanıyordu. Otçu Hasan!
Kendisi Çukurova’yı ve orada bulunan tüm otları biliyordu. Bunların içerisine
çiçekler, ağaçlar ve birçok şey daha dahil edilebilirdi. Hepsi heyecanla Otçu
Hasan’ın geleceği günü bekliyordu. Umduklarını bulamamışlardı. Otçu Hasan öyle
bir ağacın olmadığından bahsetmişti.
"Sen bilirsin Hasan Ağa, halimiz
dirliğimiz kötü. O ağacı bulamazsak biz yandık, battık, tükendik. Elaman, Hasan
Ağa, sen bilirsin, şu ağacın yerini göster de bize… ‘’ ‘’ O kutsal nar
ağacından başka umarımız yok. ‘’ ‘’ Yusuf hasta…"
"Biz perişanız…"
"İki üç aydır şu Çukurovada gezdik
gezdik, insanlıktan çıktık."
"İnsanlıktan çıktık da bir iş
bulamadık…."
"O kutsal nar ağacını bulur da altında
bir gececik mihman kalırsak, cümle dertlerden halas oluruz."
Gerçekle yüzleşmek hepsi için çok zor olmuştu.
Tam burada olayların fikir zemini değişmeye başlayacak; 'Öyle bir ağaç var,
derdimize derman olacak, hiçbir mümkünü çaresi yok' diyerek Otçu Hasan’a karşı
gelmeye başlayacaklardır. Bu cümleler kararlılıklarının ve kendilerini nasıl
yoğun bir şekilde inandırdıklarının göstergesidir.
Hösük cümlesini
tamamlayamaz:
"O yoksa… Öyle bir ağaç gelmemişse…"
Cümlesini tamamlamaya kendi gönlü bile el vermez.
Otçu Hasan pes edip daha önce öyle bir ağaç
olduğunu ama kuruduğunu söyler.
Kahramanlarımız da yeniden yollara düşer ve
aramaya başlar.
En sonunda kutsal ağaca ulaşırlar. Dertlerine
derman olacağını düşünürler. Artık sıkıntılar bitecek, güzel günler
başlayacaktır.
Daha ikindi olmadan Hacının gösterdiği höyüğe
ulaşıp tepeye çıktılar. Tepede ne bir yeşil dal, ne de bir yaprak görebildiler.
Tam orta yerden kırılmış kalın bir gövde toprağa çakılmış, damar damar
köklerini bütün tepeye yaymış durup duruyordu orada.
"Bulduk" diye bir çığlık gibi
bağırdı Aşık Ali. ''Çok şükür Allahıma bulduk. İşte bu. Bu kök, o nar ağacının
kökü. Onun kökü." dedi Hösük.
"Kendi yoksa da kökü var." diye
konuştu Memet."Ha kökü, ha gövdesi, ha al çiçekleri, ha dal
yaprakları…"
"Hepsi bir" dedi Yusuf.
"Dua edelim." diye ellerini havaya
açtı Aşık Ali. Kıbleye dönüp dudakları kıpır kıpır uzun süre dua okudular. Bir
tek Memet çocuk onlara katılmadı.
"Sen dua bilmiyor musun Memet
çocuk?" diye sordu Aşık Ali.
"Biliyorum" diye onu yanıtladı Memet çocuk.
"Öyleyse?"
"Kendisi ölmüş bu ağacın. Zaten kendine
hayretmemiş ki bize"
"Suuus" diye onun üstüne yürüdü
Hösük.
"Suuus, başımıza iş açacaksın, suuus, pis
oğlan, hiç ermiş ağaca karşı öyle konuşulur mu?"
Ötekiler de hösüğe katıldılar. Belki gece
yarısına kadar ağacı, ağacın kerametlerini anlattılar durdular çocuğa.
Çocuğunsa onların sözleri bir kulağından giriyor, ötekinden çıkıyordu.
Diğerlerinden daha çok Memet çocuk inanmıştı
bu ağaca. Diğerlerinden çok hayalleri ve umutları vardı. Ağacın son halini,
kendi deyimiyle kendine bile hayrı olmadığını gördüğünde yıkımı büyük olmuştu.
Diğerlerinin yaptıklarını yapmıyor, ağaca dua etmiyordu. Memet çocuk büyük bir
hayal kırıklığı sonrasında izini tamamen yok edip kaçmıştır.
Yaşar Kemal ağaç kültünü, insanların
zorluklara karşı sığındığı doğaüstü gücü romanında çok iyi aktarmıştır.
--------------
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız?
Çok faydalı 👍
YanıtlaSilOldukça detaylı ve güzel bir yazı olmuş
YanıtlaSil