20 y.y. Felsefesi

Varoluşçuluk ve Önemli Temsilcileri Varoluşçuluk, bireyin kendi varlığını ve anlamını yaratma sorumluluğunu vurgulayan bir felsefi akımdır. Varoluşçulara göre, insan varlığı, önceden belirlenmiş bir öz veya anlam taşımaz. İnsan, kendi seçimleri ve eylemleriyle anlam yaratır. Bu nedenle, varoluşçuluk, bireysel özgürlük ve sorumluluğu ön plana çıkarır. Önemli Temsilciler: Søren Kierkegaard: Varoluşçuluğun öncülerinden biri olarak kabul edilir. İnanç, kaygı ve bireysellik üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Friedrich Nietzsche: Güç iradesi, Üstinsan ve Tanrı'nın ölümü gibi kavramlarla varoluşçuluğa önemli katkılar sağlamıştır. Jean-Paul Sartre: Varoluşçuluğun en tanınmış temsilcilerinden biridir. "Varoluş özden önce gelir" sözüyle varoluşçuluğun temel tezini özetler. Simone de Beauvoir: Kadınların varoluşsal durumunu ve cinsiyetçiliği ele alarak varoluşçuluğa yeni bir boyut kazandırmıştır. Postmodernizm: Eleştir

İLK KEŞFİNDEN OSMANLI İSTANBULUNA BİSİKLET YARIŞLARI / Kitap Dedektifi

 


“Günümüzde uygarlaşmanın ölçütü, uzaya çıkmak değil bisiklete binmektir.”

Dücane Cündioğlu

 

 Çocukluğumuza en az bir kere bile olsa dokunmuş olan bisiklet, Türk Dil Kurumuna göre: “Tekerlekleri pedal aracılığıyla ayakla döndürülen binek aracı, çiftteker, derrace, velespit” anlamına geliyor. Kelimenin kökeni için bilimci Sevan Nişanyanın kurduğu Nişanyan sözlüğüne baktığımızda, Fransızca “bicyclette «küçük iki tekerli»” sözcüğünden alıntı olduğunu anlıyoruz. Bu sözcüğün ilk olarak Fransızcada 1880 yılında, Türkçede ise 1898 yılında kullanıldığına şahit oluyoruz.

 Her ne kadar Karl Drais'in bu iki tekerlekli ulaşım aracını icat ettiği sanılsa da, aslında her bir parçasının mucidi farklı. Buna rağmen söz Drais'e gelmişken bahsetmeden geçmek olmaz. Karl Drais, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak Almanya’da dünyaya geldi. Bir müddet orman memurluğu yaptı. İşte bu durum, bisikletin ilk atası olarak var sayılan çok ilkel, pedalsız, tahtadan iki tekerlekli araç yapmasına sebebiyet verdi. O dönem bu icat, hemen hemen her icadın başına geldiği gibi çok komik bulundu. Zaten bu ve ticaretten pek anlamamasıyla beraber Nisan 1815 yılında Endonezya'daki bir volkanın, Tambora Dağı’nın patlamasıyla, (herkes evlere kapanmıştı) onu sefalet içinde ölüme götürdü. Buna rağmen 26 Haziran 1819 yılında bisikletin patentini aldı ki o zamanlar onun adı “bisiklet” değildi.   

İrlandalı demirci Kirkpatrick Macmilla'nın günümüzdeki pedala çok benzeyen bir pedal yapmasıyla bisikletin kaderi fazlasıyla değişti. O kadar ki, daha sonraki birçok değişikliğe rağmen hiçbiri iki tekerliği bu kadar hızlandırmamıştı.

İLK GAYRİRESMİ VE RESMİ BİSİKLET YARIŞLARI

 Hız, yarışları beraberinde getirdi. “Yaygın inanışa göre, ilk bisiklet yarışı Pariste Parc'de Saint Cloudun yollarında, 31 Mayıs 1868'de düzenlendi. Rota 1200 metreden uzun bir mesafeden oluşuyordu. Çağdaş raporlar, bisikletçilerin jokey üniformalarıyla, uzun, deri çizmeler giydiklerini ve etraflarında, içinde sandalyelerin üstünde ayağa kalkmış kadınların bolca bulunduğu, gösteriye hem tezahürat yapan hem de aynı ölçüde gülen bir kalabalık olduğunu söylüyor. Parisli kadınların sandalyelerini yanlarında kendilerinin mi getirdiği yoksa onlara organizatörlerce mi verildiği bilinmiyor. Günün ilk yarışını aslen Bury St Edmunds kökenli olan, yıllardır Paris'te yaşayan ve Michaux bisiklet atölyesinin karşısında yaşama talihine sahip olan İngiliz James Moore kazandı.

 Genellikle kabul edilen bu anlatıya gölge düşüren tek bir şey var, o da kanıt. O günden kalma resmi bir yarış programına göre Mooreun kazandığı yarış, gün içinde düzenlenen ikinci yarıştı - bu, bir metreyi geçen büyüklükteki tekerlekleri olan velespitler arası bir yarıştı. “Bir metreden küçük tekerlekliler” yarışı bundan önce gerçekleşmişti ve bir Paris gazetesine göre bunun birincisi olan kişi Charles Bon'du.” [1]

 Bundan bir yıl sonra ilk resmi bisiklet yarışı Paris - Rouen arasında düzenlendi. İngiliz James Moore'un 10 saat 23 dakika ile kazandığı 126 kilometrelik bu yarış, bisiklet sporunun başlangıcı olarak kabul edildi. Bu yarışın katılımcıları arasında dört Fransız kadın da vardı. ABD’deki bisiklet yarışları ise 1878 yılında düzenlenmeye başladı. Bisiklet yarışları, 1890'larda Avrupa’nın pek çok ülkesinde en çok tutulan yaz sporu haline geldi.[2]

 

İSTANBULA BİSİKLET GELİYOR

 Avrupa’dan Amerika’ya sıçrayan bisiklet sevdası, buradan da Osmanlı'ya çok kısa bir zaman içinde etki etti. Tarik gazetesinde (1303 Rumî Sene 19 Ağustos 1301 / 31 Ağustos 1885) çıkan habere göre Mösyö Tomas İstefanis adında bir Amerikalı, yanındaki bisikletiyle önce İstanbul’a gelmiş, daha sonra İzmit üzerinden beş günlük bir yolculuktan sonra Ankara’ya ulaşıp, oradan da Yozgat üzerinden Sivas’a geçmiştir. Gazetedeki haber şöyle:

“Mösyö İstefanis adında bir Amerikalının velospid ile seyahat ve Dersâadete muvasalatıyla (Ulaşmasıyla) buradan dahi hareket ettiğini yazmış idik. Ankaradan yazıldığına göre mûmâ-ileyh İzmit'ten 5 günde şehr-i mezkûra muvasalat ve Vali Paşa hazretleri ile memûrin-i vilâyet ve binlerce ahali merkumun hareketini temaşa etmişler ve merkûm kendisine yapılan rica üzerine 3 defa şose üzerinde velospid ile yürüyüp 1200 yarda mesafeyi 2 dakika 14 saniyede kat etmiştir. Merkûm bilahare vali paşa hazretleri ile memûrin-i vilâyetten veda idüp Yozgat'a mütevecciye-i azimet olmuş (yönüne gitmiş) andan dahi Sivas'a azimet etmiştir”

 İlk dönemler bisikletle ilgili bilgileri önce basından öğrenen İstanbul halkı, bu yeni icadı velospid adıyla tanıdı. Velospid, Fransızca Vélocipéde kelimesinin bozuk telaffuzuydu.[3] Bunun yanında “derrace”, derrace-i Süvaran” gibi Osmanlıca isimler de “Velospid” yerine gazetelerde önerilen isimlerdendi. 1884 yılında Saadet gazetesindeki haberse, İstanbul’a ithal edilen bisikletleri duyuruyordu:

“Velosiped istimalinin (kullanımının) dünyanın her tarafında ne derecelere terakki ettiği (geliştiği) malumdur. Galatada Şişli Tramvay hattı mevkiinde Voyvoda Karakolhanesi istisalinde kâin Mösyö Edmon Karvananın İngiliz mağazası bu terakkiyi nazarı dikkate aldığı cihetle, bu kere meşhur Anglo Amerikan şirketinin Dersaadet Vekaletini deruhte etmiştir (üstlenmiştir). Bu şirket en sağlam, en hafif, en ziyade süratle hareket eden ve en müzeyyen velosipedlerin imali ile iştihar etmiştir (ünlenmiştir).”[4]

İSTANBUL’UN İLK YARIŞI

 Servet-i Fünun dergisi yazarı Ahmet İhsan, 1893 yılında İstanbul’da düzenlenen, nizami olmayan bisiklet yarışından bahsetmekte:

“Bilmem hatırlarda mı? Sohbetlerimizin birinde velospidden bahsederken belki pek yakında kuşdili çayırında bir velospid yarışı görürüz demiştik. Zannımız pek çabuk hakikat oldu, ama yarış Kuşdili Çayırı yerine Tepebaşı Bahçesinde oldu. Yarışmanın esası bahçe etrafını bir saatte 120 defa devretmekti. Bu müsabakayı ortaya çıkaran Mösyö Ortek, bir saatte ancak 104 defa devredebildi. İstanbul’un yeni velospidçilerinden Fernand isminde bir ehl-i zevk de 120 defa devrederek galebe çalmaya muvaffak oldu. İki tekerlekli arabasına süvar olarak bahçede dolaşan Ortekin yarışı kazanmak için helecan ile bacak salladığını, çırpındığını görmek hakikaten pek gülünç idi.” [5]

 1896 yılında Levantenler ve gayrimüslimlerin yanında Türk ahaliden de yakın şehirlere bisikletle yapılan geziler dönemin gazetelerine haber oldu. O yılın haziran ayında İstanbul'lu Şakir Bey üç arkadaşıyla İstanbul’dan Bursa’ya, oradan da 7,5 saatte Bandırmaya gittiler.

 Osmanlı ülkesinde Başkent İstanbul’un dışında bisikletin yaygın olarak kullanıldığı şehirler Levantenlerin yoğun olarak bulunduğu İzmir ve Selanik'ti. Avrupa’da bugüne kadar devam eden en önemli yol yarışlarından önce Osmanlı ülkesinde de pistte yarışlar düzenleniyordu. Fransa Bisiklet Turu 1903, İtalya Bisiklet Turu 1909 yılında başlarken, Osmanlı döneminde ilk bisiklet yarışı 1897'de Selanik'te Depo harici diye anılan mahallede, pisti topraktan, yüksek virajlı, ahşap tribünlü bir velodromlu pistte yapılıyordu.

 Diğer spor dalları gibi bisiklet yarışları için de İstanbul yönetiminden onay almak gerekiyordu. 18 Ağustos 1895 yılında İstanbul’da ilk yarışma düzenlendi. Servet-i Fünün dergisinde çıkan haberde şunlar yazılıydı:

“Şehrimizde ilk defa yapılan şu velospid müsabakasından gerek yarışçılar ve gerekse seyirciler ziyade memnun oldukları için gelecek pazar günü tekrar yarış yapılacak ve kazananlara ödüller verilecektir.”

REKABET ARTIYOR

 Avrupa merkezlerinden İstanbul’a bisiklet ithal eden satıcılar, yarış pisti yaparak tanıtıma yöneldi. Bazı girişimciler, İstanbul Tepebaşı’nda yaptırdıkları beton pistlerde bisiklet yarışları düzenledi. 1908 öncesinde yarışların ünlüleri, Mustafa Bey ile Nobile ve Medyano efendilerdi. Ağa Camii civarında bisiklet acenteliği yapan Leon ile Ragıp Paşa Hanı içinde, bisiklet ticareti yapan Papazyan adlı tüccarların girişimiyle, Tepebaşında bulunduğu alanda bir bisiklet pisti yapılmıştı. Yaklaşık 5 metre genişliğinde ve virajları tahtadan yapılma bu pistin uzunluğu 250-300 metre kadardı. Burada düzenlenen yarışlar daha sonra bahis oyunu şeklini alınca yasaklandı. Tepebaşı yarışları yasaklanınca bu gruplar mesafesi 30 kilometreyi bulan Kâğıthane yarışlarında mücadele etmeye başladı.[6]

 2. Meşrutiyetin ilanı sonrası spor kulüpleri de bisiklete önem verdi. Yarışlar düzenlendi. 1900'lerde önce posta teşkilatı, daha sonraysa polis teşkilatınca kullanılan bisiklet, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında yarışlar yerine silah, cephane ve haber getirmede yardımcı oldu. 

 


[1] Bisikletçiler İki tekerlek üzerinde geçen 200 yıl — Mıchael Hutchınson — Profil Kitap — syf 43

[2] Osmanlıdan günümüze Türkiyede bisiklet sporu Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi / 24. Sayı 2010 / Mehmet Süme, Selami Özsoy  

[3] a.g.e

[4] Akçura, Gökhan. Evvel Zaman İçinde Bisiklet, İstanbul: Om Yayınları, 2003, s.119-120.

[5] A.g.e.

[6] a.g.e

--------------              

Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız? 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cumhuriyet Dönemi Roman Özellikleri

İNSAN NEDEN ANLATMAYA BAŞLADI ? / Uçan Salyangoz

Anı Türünün Özellikleri: Detaylı Bir İnceleme