Bir Soruya Yanıt / Goncagül Yılmaz
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Hepiniz gibi benim de
ilk evim annemin rahmiydi. Ama ben sizlerin aksine orada geçici olduğumun
farkındaydım. İnsanların bir kısmı, annesinin rahminden evine doğar; bir kısmı
ise bir eve doğar. Demek istediğim yolculuklarımızın yönü biraz da böyle
belirlenir. Ben alelade bir eve sancısız ve sakin bir şekilde doğduğumda
öncekilerden kalma bir beşikte ağırlandım. Sakin, soğuk ve uzak bir yerdeki
sessiz bir misafir… Kimsenin yüzünü görme şansım olmasa da kimin gülümsediğini
kimin somurttuğunu hissediyordum. Öyle ya herkes misafir sevmez.
Anne rahmimden
doğduğum güne her şeyi hatırlamak bir lanet değil, pek azımızda bulunan bir
yetenektir. Kimisi bunun mümkün olmadığını söyler. Bence de mümkün değil. Ama
ne fark eder ki? Benim hafızam hislerimden ibaret ve hislerimin miladı doğumdan
önceye dayanıyor.
Elbette beşikteki
günlerim hızla akıp geçti. Evde sabahlar uzamaya başladı. Oyuncaklarım bile
oldu. Ayrılık hüznü dedikleri şey o zamanlar içime yerleşmeye başladı. Bir gün
gideceğini bilmenin hafifliğine endişe karışmaya başladı. Giderken oyuncaklarım
ne olacaktı? Onları da götürebilecek miydim? Kaldıklarında kimlerin
olacaklardı? Onların da bir kısmı benden önce bu evdeydiler. Bir kısmı benden
sonra sadece benim için geldiler. En azından benim için gelenleri götürebilirdim
belki. Bir bakıma da bu endişe için daha erkendi. Ne zamana kadar burada
olacağımı bilemezdim. Bildiğim tek şey buranın da bir süresinin olduğuydu.
Huzur ile endişe
birbirini rahat bırakmayınca anneme sordum. Bana burada kalıcı olduğumu, ancak
büyüyüp genç bir kız olunca belki okul belki evlilik için başka bir yere
taşınabileceğimi söyledi. Büyümek için de çok vaktimin olduğunu söyleyince bir
süre rahat uyumaya başladım. Artık kanepenin ucundan ortalarına doğru
yatabildim. Yola çıkmaya belli ki yıllar vardı.
Düşündüğüm gibi olmadı. Yıllar kısa sürüyormuş. Uzun bir yol
beni bekliyordu. Yanıma alacak çok şeyim yoktu. Eve de alışmamıştım zaten.
Oyuncaklara da eskisi kadar düşkün değildim. Doğrusu gitmek işime geliyordu.
Yıllar huzurumu da endişemi de almıştı. Kimine göre hala çok gençtim ve aslında
daha yeni başlıyordum.
Yol neredeyse bir
gün sürecekti. Geçtiğim bütün şehirlerin yolları birbirinin devamı ve de
neredeyse aynısı… Gitmenin daha farklı olduğunu sanırdım. Yol üstü evler bile
birbirine benziyordu. Yok benzemiyordu. Benzer mi hiç? Bunu şehirler değiştikçe
günün farklı saatlerini izlerken fark ettim. Bazı balkonlarda kalabalık
bazılarında sadece çiçekler duruyor, bazı evlerin pencerelerinde sarı ışık
bazılarındaysa beyaz ışık görünüyordu. Hangilerinde yemek pişiyor hangilerinde
kavga ediliyordu? Önlerinden hızla geçtiğim bu yerlere tek tek uğramak arzusu
içimi öylesine kapladı ki bu gerçekleşmesi zor duyguyla başedemeyeceğimi
kabullenip gözlerimi kapadım.
Yolun sonu sabaha
denk geldi. Yeni bir evde kendim gibi bir yabancı ile belki bir kahve içip
belki de kahvaltı edecektik. İnternetten gördüğüm kadarıyla ev küçük ve
balkonlu oldukça eski bir evdi. Apartmanın dış kapısından içinin rutubet
kokusunu alabiliyordum. Orada durup kokuyu içime çekerken benden önce yerleşen
yabancının yukarıdan kapıyı açmasını bekledim. Başka evlerden sesler geliyordu.
Biri tam o anda çayına şeker atıp karıştırıyordu. Evine doğan biriydi.
Çekinmeden çıkardığı seslerden belliydi.
Geldiğim eve
alışamadım.İçine girip çıkanlar oldu. Neredeyse hepsini sevdim. Komşularımız yabancılara karşı
merhametliydiler. Çoğu zaman yemeklerinden yedik. Ama yıllar önceki huzursuzluk
ve endişe içime düşmüştü bir kere. Nereye? Hangi eve? Yeniden! Kim bilir
kiminle?
Daha küçük ama yeni
bir evde bu kez sevdiğim biriyle… Koltukları, buzdolabı ve yatağı içinde durup
bizi bekleyen bir ev. Sadece yaşamın eksik olduğu evlerden yani. Bu evde sadece
yaşayacaktık. Böyle deyip gülüyorduk. Ama aklım ilk günden beri başka bir
şehirde yaşamak fikrindeydi. Bu fikrin günah olmadığını bilmeme rağmen sadece
içimden istemeye devam ettim. Yine de bir pazar akşamı sevgilimle kendimi
çizdiğim resmi o evin duvarlarından birine astım. Gittiğimde götürmeyecektim.
Başından buna karar vermiştim.
Sevgilimden
ve evden ayrılmak canımı hiç yakmadı diyemem. Ama başka bir şehirde olmayı daha
çok istiyordum. Bu istek midemi kasmaya başlayınca yola koyuldum. Birlikte de
gidebilirdik diye gönül koyduğu mesaja ise hiçbir zaman cevap vermedim. O da
üstelemedi.
Bir süre bu şehirde
arkadaşımda kalacaktım. Daha küçük ve sokakları viraneye dönüşmüş bu şehre,
sınırındaki ülkedeki savaşın bombaları arada bir düşüyor; sürekli savaştan
kaçan insanlar gelip geçiyorlardı. Bambaşka bir huzursuzluk daha ilk anda
hissediliyor ve kimsenin yeni bir yabancıya daha tahammülü olmadığı
anlaşılıyordu. Arkadaşım bu korkuyla yaşanamaz diye isyan ediyordu. Ama
buralıyım, başka yer bilmem de istemem de diyordu. Çoğu zaman birlikte
uyuyorduk. Geceleri işaret parmağımı sıkıca tutup uykuya dalabiliyordu. Burada
tütün içmeye ve farklı dillerde selam vermeye alıştık. Günler o kadar sıkışık
ve korku o kadar belirgindi ki evlerin hislerini anlayamıyordum.
Artık nereye
gidebilirdim ki? Burada neredeyse her şeyi tüketmiştim. Hislerimi, paramı ve
düşüncelerimi. Daha ötesinin var olduğunu bilmek canımı sıkıyordu. Daha güzel
ülkelerin olması başka şehirlerde başka evlerde yeniden başlayanları
görebiliyordum. Tadım kaçmıştı. Yaşamın bir serüven olmadığını öğrenmiştim bu
yaşımda. Yani tam anlamıyla yetişkin olunca.
O şehirden gitmedim.
Adeta kaçtım. Acele ettim. Ardıma bakmadım. Düşünemedim. Hesaplayamadım.
Geçici işlerle geçici
şehirlerde yıllarım geçti. Neredeyse üç çocukluk üç gençlik kadar ömür
yaşamıştım. O şehir bana kaçmayı öğretmişti. Sevmeye, tanımaya ve veda etmeye
vakit bulamadan gidiyordum.
Şehirlerin en
kalabalığında günün birinde nefesim tükendi. Çöktüm. Artık bir yere dönmem
gerekirdi. İlk doğduğum ev. Taşındığım
ve unuttuğum evlerden biri. Sevdiklerimin yeni evleri. Dönmek için varabileceğim
bir yer aramaya koyuldum. Sokaklarda uzun uzun yürüdüm. Bu şehirde kalamazdım.
Buralı değildim. Buradan olmak için geç kalmış gibiyim. Buranın yabancısı olmak
için bile geç.
Bir evin dibinde
durup dinlendim. “Yıllarımı burada seninle çürüttüm” diye bağırıyordu bir
kadın. Adam “Gitseydin. Keşke gitseydin.” Diye haykırıyordu. Bir yandan da
kırıp döktükleri eşyaların sesleri... Belki en sevdikleri eşyalarından birini…
İçim ürperdi. Yürümeye devam ettim.
Şimdi yeni bir yerde
bir göz oda ve sakin bir iş bulabilir miydim? Bulsam bile alışabilir
miydim? Durabilir miydim? Ömrüm aramakla geçti.Hani ilk sorduğunuz
soruya şöyle yanıt vereyim:
İnsanın evi neresidir? Dönüp dolaşıp vardığın duygudur. Benim bildiğim odur.
--------------
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için bize #askıdakultursanat ile bir bilet ısmarlar mısınız?
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Ne kadar sade ve şık bir yazı olmuş. Sevgili Goncagül. Arayışı hiç bitmeyen insanı ne güzel tasvir etmişsin.
YanıtlaSil