Vicdan, güçlüleri korkutmak için düşünülmüş, korkakların kullandığı bir sözcükten başka bir şey değildir.
- Shakespeare
Durağan, uzun soluklu filmlerden yahut da aynı mekanda uzun
diyaloglu filmlerden bahsederken “Nuri Bilge Ceylan” ismi muhakkak geçer. Bunu “sıkıcı”
sıfatı yerine kullanırlar. Öyle ki bu durum artık klişe olmuştur. Ancak bu
klişe sözü söyleyenler kişinin yahut toplumun kendi içinde dahi zıtlıklar
barındırdığından, dolayısıyla da sanatında bundan bağımsız şekilde düşünülmemesi
gerektiğinden pek haberdar değillerdir. Başka bir deyişle, sinemayı sürekli tek tip halde düşünmek, sinemadan hiçbir şey anlaşılmadığı anlamını
taşımakta. Bu, alışılmış sinemanın diğer her şey gibi sürekli biri yahut
birileri tarafından değiştirilmesi, üzerine yeni bir şeyler koyması anlamına
gelir. Aynı bilim gibidir bu durum. Tez, sentez, antitez.
Charli Chaplin gelinceye kadar sessiz sinemanın pekte tat
verdiği söylenemez. “12 Kızgın adam” filmi gelinceye kadar tek bir sahnede
durağan bir filmin saniye saniye merak edildiği olmamıştır. Yahut da Türkiye’de
Şener Şen’in oynadığı “zengin mutfağı”
filmi çıkıncaya kadar… Kovboy filmleri “iyi kötü ve çirkin” ile izlenir
olmuştur. Hayao Miyazaki animasyonları
ile çizgi filmlerin de politik olabileceği anlaşıldı. Listeyi daha da
uzatabilirim. İşte Yönetmenliğini Nuri
Bilge Ceylan’ın senaristliğini ise yine Nuri Bilge Ceylan ile birlikte Ebru
Ceylan’ın yaptığı 2014 yapımı “Kış uykusu” filmi de sinema tarihine yeni bir
özellik taşıyanlardan bir tanesi. Film, içerdiği ciddi bir sınıf eleştirisi,
kara komedi detayları ve portre çalışmaları ile Türk sinemasının çıtasını
oldukça yükseğe taşımaktadır. Kış Uykusu, sınıfsal eleştirinin saldırmadan,
karikatürize etmeden, düşmanlık üretmeden veya kahraman yaratmadan da
başarılabileceğini göstermesiyle dünya sinema diline yeni bir soluk getirdi.
Usta oyuncuları içinde barındıran film, Haluk Bilginer’in
canlandırdığı Aydın isminde sınıfsal olarak küçük burjuva olan ve kişilik
olarak da hem sınıfının yozluğunu taşıyan hem de aydın geçinmeye çalışan bir karakter.
Aydın karakteri, sürekli olarak herkese akıl vermeye çalışmasıyla dikkat
çekiyor. Aydın’ın çekişme halinde olduğu kız kardeşi Necla (Demet Akbağ) ve eşi
Nihal (Melisa Sözen) , sürekli olarak Aydın ile sert tartışmalar yapıyor. Necla
ile aynı sınıf karakterini taşıyan Aydın, 25 yıllık tiyatro oyunculuğundan
emekli olup, babadan kalma bir oteli işletmeye başlıyor. Ancak o kadar
tembellik yapıyor ki her söylenen şeyi unutuyor yahut umursamıyor. Filmde
dikkat çeken nokta, Necla ile Aydın’ın bir birlerine zıt karakter gibi
gözükmesine rağmen aslında aynı sınıfsal karakterde olmalarından dolayı
kendileri hariç herkesi eleştirmeleri. Necla, eşinden boşanmış ve yalnız
yaşamanın verdiği gel gitler ile boğuşurken, Nihal, yardım kampanyaları ile uğraşıyor.
Üç karakterinde önceliği farklıyken, Aydın’ın babadan kalma kirada evleri
bulunuyor. Bu evlerden bir tanesinde imam ve sabıkalı iki kardeşin ailesi
oturuyor. Film, kiracılarla birlikte otelde hizmetlisi olan görevlinin Aydın
ile olan ilişkilerini sınıfsallığın yanında anlatıyor. Aydın her şeyin yanında
sürekli kendi ile yüzleşmeye başlıyor. Ve bunu her yaptığı an kamera bir kar
görüntüsü ile seyirciyi baş başa bırakıyor. Yetmiyor, bir at alan Aydın, atın
nehirden çıkartılırken nasıl yorgun olduğunu şaşkınlıkla izliyor ve atı aynı
kendi durumuna benzetiyor. Aydın yüzleşmeyi tamamlayabilecek mi? Filmi
izleyenler buna karar vermeli. Ancak filmin sonu nasıl olursa olsun Nuri Bilge
Ceylan, 3 saati geçkin filminde yüzleşmenin nasıl yapılabileceğini, içine sınıf
eleştirisini hiç eğrelti durmadan anlatmayı çok güzel bir şekilde başarmış.
Size filmin içinde geçen sınıfsallığı açıkça belli eden şu nispeten uzun
diyalog ile veda ediyorum:
-
(…) Sorumu tekrarlamak zorundayım: Neymiş benim suçum? Hı?
Nasıl bir suçmuş bu? Ne yapmışım ben sana? Hı?
-
Doğru, aslında iyi öğrenim görmüş. Dürüst,
hak gözeten adil bir insansın. Yani genel olarak böyle olduğun söylenebilir.
Buna diyecek bir şey yok. Ancak yeri geldiğinde bu erdemleriyle insanı boğan, ezen,
küçük düşüren, aşağılayan bir hava taşıyorsun. Bu dürüst düşünme tarzınla bütün
Dünya’dan nefret ediyor gibisin. İnananlardan nefret ediyorsun. Çünkü
inanmışlık sana göre az gelişmişlik. Kara cahillik belirtisi.Öte yandan, her
hangi bir inanç, ideal taşımıyorlar diye inanmayanlardan da nefret ediyorsun. Yaşlıları,
geri kalmışlıkları,tutuculukları, özgür düşünemedikleri için, gençleriyse özgür
düşündükleri için, geleneklerinden kopuk oldukları için beğenmiyorsun. Halkın
çıkarlarının, ülkenin çıkarlarının en önünde olması gerektiğini söyler
durursun. Ama her karşına çıkandan hırsızmış, soyguncuymuş gibi kuşkulandığın
için halktan da nefret ediyorsun. Nefret etmediğin insan yok neredeyse. Yalnız
bir kez olsun, durumunu güçleştirebilecek bir davayı savunduğunu, kendine fayda
sağlamayacak olan duygular beslediğini görebilmeyi çok isterdim. Ama bu mümkün
değil.
---
Kaliteli içeriklerimizin devam edebilmesi için Patreon linki üzerinden bize bir kahve ısmarlamanız size hiçbir şey kaybettirmeyecekken bize çok şey kazandıracak.
https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz
Kalemine ve yüreğine sağlık kardeşim.
YanıtlaSil